"Tasarımcılar" kategorisindeki yazıları görüntülüyorsunuz

1985 yılından bu yana beraber çalışan İtalyan tasarımcılar, Domenico Dolce ve Stefano Gabbana, Milano’da bir atölyede tanıştılar. Barok hayranlığıyla bilinen modacılar, Milano Collezioni organizatörlerinin ‘yeni kabiliyetler’ keşfetmek için düzenledikleri bir defileye davet edildiklerinde hem isimlerini hem de güçlerini birleştirerek sahneye çıktılar. Sonraki yıl, bağımsız olarak ilk kadın hazır giyim şovlarını gerçekleştirdiler. O zamandan beri hiç ayrılmayan ikili İtalyan moda endüstrisinin medar-ı iftiharı oldu. Kadın giysi tasarımlarıyla başlattıkları moda yolculukları erkek giyim, kendi adlarını taşıyan parfüm ve aksesuarlara büyüyerek devam etti. Moda endüstrisi için kısa sayılabilecek bir sürede büyük işlere imza atan ikili, şimdi vergi kaçakçılığı iddiasıyla kabus dolu günler yaşıyor.

ÖFKE NEDENİYLE KAPALIYIZ

Modaevinin, alt markası Gado’yu vergi düşüklüğünden ötürü yatırımcılar için cennet olarak nitelendirilen Lüksemburg’da, 2004’te açması, tasarımcıların İtalya’daki yüksek vergilerden kaçtıkları savını güçlendirmiş ve 1 milyar euro’ya yakın vergi kaçırdıkları iddia edilmişti. Markanın hem sahibi hem de tasarımcıları Domenico Dolce ve Stefano Gabbana iddiaların asılsız olduğunu söylerken Milano Belediyesi Lüksemburg’daki şirketin vergi kaçırmak suretiyle paravan bir şirket olduğunda karar kıldı ve tasarımcılar 20 ay hapse mahkum edildi. Bu sırada suçlamaları reddeden ikili, kararı temyize götüreceklerini açıkladı. Ama haklarında çıkan hapis kararı onları fazlasıyla öfkelendirdi. Dahası, karar nedeniyle mahkemeyle modaevi arasındaki gerilim, belediye meclis üyelerinden Franco D’Alfonso’nun “Belediyemiz böyle vergi kaçakçılarına asla mekan vermemeliydi” sözlerini Twitter hesabından paylaşmasıyla doruğa çıktı. Stefano Gabbana, Twitter hesabından “Milano Belediyesi iğrençsiniz” diyerek tepkisini dile getirdi. D&G grubu büyükşehir belediyesini protesto etme amaçlı Milano’daki butikleriyle diğer alanlarda faaliyet gösteren mağazalarını üç gün süreyle kapatma kararı aldı. Butiklerin kapısına gelen müşteriler hem İngilizce hem de İtalyanca yazılan “Öfke nedeniyle kapalıyız” notuyla karşılaştı.

YOKSA HAPSE Mİ GİDİYORSUNUZ?

Lüksemburg menşeili vergi problemi yaşayan tek marka Dolce & Gabbana değil. İtalya’da yüzde 34 oranındaki vergi tutarı Lüksemburg’da yüzde 4… Vergi kaçakçılığının çok yaygın olduğu ülkede Dolce & Gabbana’yı bu denli çıkmaza sokan, markanın kasıtlı ve tasarlanmış bir şekilde ülkeyi dolandırmaya çalışmakla suçlanması. Mahkeme kararı, D&G erkek yaz kreasyonunun tanıtımından birkaç gün önce verildi. Ve markaya telefon yağdı: “Podyuma mı yoksa hapse mi gidiyorsunuz?” Hatta defileden sonra bir gazete markanın yeni erkek koleksiyonundaki çizgili kumaşlar hapishane kıyafetlerine benzetildi! Defile problemsiz geçti ve tasarımcılar “Tek istediğimiz kıyafet yapmak, içinden çıkılamaz kötü bir duruma sürüklendik, vergi kaçakçılığına karşıyız” dedilerse de hapis cezasının 400 milyon euro para cezasına çevrilmesinden kurtulamadı! Geçen yıl markanın cirosu 1 milyar doları aşmasına rağmen bu para cezası karşısında artık rahat bir nefes alacakları düşünülürken, Domenico Dolce ve Stefano Gabbana sürpriz bir karar aldı. Bu miktarı karşılayamayacaklarını öne sürerek “Hak etmediğimizi düşünerek maalesef markamızı kapatmak zorundayız” diyen İtalyan modaevine çok yakın zamanda veda mı ediyoruz, zaman gösterecek. ”
<hr/>

Raşit Bağzıbağlı, yaklaşık 10 yıldır kendi markası adı altında tasarımlara imza atıyor. Son olarak Vatikan’dan ilham alarak hazırladığı haute couture koleksiyonuyla gündeme gelen genç modacı, içinde bulunduğu sektörün dejenere olduğu görüşünde.

Modacı Raşit Bağzıbağlı, 1957 yılında kurulan kumaş mağazası Bağzıbağlı’nın üçüncü kuşak temsilcisi. Aile işleriyle o kadar haşır neşir olmuştu ki tasarımcı olmaya karar verdi. London College of Fashion’da eğitim aldı. İlk koleksiyonunu 18 yaşında hazırladı. 21’ine geldiğinde Bağzıbağlı markasının 50’nci yıldönümüne özel tasarladığı ‘Haute Couture’ün Altın Çağı’ temalı 65 parçadan oluşan koleksiyonunu Esma Sultan Yalısı’nda tanıttı. Bağzıbağlı kısa sürede iş, sanat ve siyaset dünyasından ünlü isimlerin, dünyaca ünlü yıldızların tercih ettiği, tasarımlarıyla fark yaratan bir modacı olmayı başardı. 2010’da New York’ta ‘Face of Fashion’ ve yine aynı yıl Türkiye Engelliler Vakfı’nın ‘Yılın Modacısı’ dahil şimdiye kadar pek çok ödül kazandı. Ardından ise Paris Hilton, Doutzen Kroes gibi ünlülerle çalışmaya başladı. Türkiye’de ise Ahu Aysal, Meral Akşener, Berna Yılmaz, Şebnem Dinçgör, Tülin Şahin, Tuba Büyüküstün, Nurgül Yeşilçay ve Güzide Duran’a tasarımlar yapıyor. 28 yaşındaki modacıyla Vatikan’dan esinlenerek hazırladığı yeni haute couture koleksiyonu ve çalışmalarını konuştuk.
– Aile işinin dışına çıkmadınız ve moda sektöründe yer aldınız. Bu bir zorunluluk muydu?

Hayır kesinlikle değildi. Çünkü zaten moda tasarımcısı olmayı 12 yaşımdayken kafaya koymuştum. Aileme yeteneğimi kanıtlamam ise 21 yaşımda ilk defilem için hazırladığım koleksiyonla oldu.

– Bu sektörde olmasaydınız şu an ne yapıyordunuz?

Kesin müzisyen ya da oyuncu olurdum herhalde. Ama şu an halimden memnunum ve işime aşığım.

– Paris Hilton, Doutzen Kroes gibi isimleri giydirdiniz. Başka kimlerle çalışıyorsunuz?

Şu an ünlü giydirmek gibi bir heyecanım yok. Türkiye’den de en ünlü isimlerle iş birliğinde bulundum, bana ve bilinirliğime çok büyük değerler kattı ama bu aralar farklı heyecanlar peşindeyim!

– Ne gibi heyecanlar?

Daha çok koleksiyon hazırlamak, İstanbul’da yapacağım defilenin hazırlıkları ve ilk profesyonel hazır giyim koleksiyonum gibi. Daha önce ufak denemelerim oldu ama 2014 yazında hazır giyim ürünlerimde Derviş Bağzıbağlı butiklerinde tüketiciyle buluşacağı için heyecanlıyım.

– Vatikan’dan etkilenerek hazırladığınız haute couture koleksiyonunuzda neler ön planda?

Koleksiyon Vatikan’a yaptığım geziden sonra ortaya çıktı. Tavanlardaki şekil ve renkler bana ilham verdi. Koleksiyona bej, gri, mavi, kırmızı, gold ve siyah-beyaz hakim. Detaylarda, üçgen kesimlerin kullanıldı. Swarovski işlemeler, payet-şantuk, tül-transparan materyaller en çok öne çıkan öğeler arasında. Kabarık etekler kadın vücudunun zarifliğini ön plana çıkardığı için, bu kesimler kadınların dikkatini çekiyor.

DÜZ VE SADELİK AĞIRLIKTA

– Bildiğim kadarıyla 2013-14 sonbahar koleksiyonunuz da hazır.

Evet, hazır. O koleksiyonumda da mimari keskin kesimler kullandım. Daha düz ve sade hatlara yer verdim. Aslında bu koleksiyon Vatikan koleksiyonumun devamı niteliğinde.

– Yıllardır bu işin içinde olan biri olarak, modanın geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Moda artık herkesin bildiğini sandığı bir dal oldu. Küçük sermayelerle açılan butikler, bitmek tükenmek bilmeyen indirimler ve tabii ki Çin’de üretilen her markanın taklitleri… Her şeyde olduğu gibi modanın da çok dejenere olduğunu görüyorum. İşimi en iyi şekilde yapıp çevresel dejenerasyonların beni etkilemesine izin vermeden yoluma devam ediyorum.

POLİSLERİ FİT GÖSTEREN KIYAFETLER YAPTIK

– Yeni işlerinizden biri de Kıbrıs Polis Teşkilatı’nın üniformalarını değiştermeniz. Biraz bahseder misiniz?

Geçen eylül ayında proje için KKTC Polis Genel Müdürlüğü’nden teklif aldım. Ekim ayında sözleşme imzalayıp Aralık 2012’de tüm tasarımları teslim ettim. Çok heyecan verici çünkü yaptığım ilk kurumsal proje. Bir ülkenin polisinin üniformalarını tasarlamak iyi bir tecrübeydi.

– Üniformalarda ne gibi değişiklikler yaptınız?

Gömlek ve pantolonların genel görünümünü, renklerini ve aksesuarlarını değiştirdim. Amaç modern, güven veren ve fit bir görüntü sunmaktı. Ayrıca logo ve amblem tasarımlarını da Polis Genel Müdürlüğü ARGE departmanı ile birlikte yeniledik.

DİZİLERE SPONSORLUK YORUCU BİR İŞ

– Geçen sezon dizilere kıyafet veriyordunuz. Neden devam etmiyorsunuz?

Dizi sponsorluğu çok yorucu bir süreç, son zamanlarda çok yoğun olduğumdan da sponsorluk pek tercih etmiyorum.

– Yeni projeleriniz var mı?

İstanbul’da Teşvikiye Caddesi’nde yeni bir Derviş Bağzıbağlı butiği açma heyecanı içindeyiz. Bu mağazada da kadın kumaş, erkek kumaş ve kişiye özel dikiminin yanı sıra ithal hazır giyim koleksiyonlarımız ve benim özel tasarımlarıma yer vereceğiz. Ayrıca önümüzdeki şubat ayının sonunda İstanbul’da 2014 yaz Couture defilemi yapacağım.

<hr/>

Kimleri giydirmedi ki, Hülya Avşar’ın yıllar önceki iki dirhem bir çekirdek halini hatırlayın, o zamanlarda tanıdık onu. Sonra sınırları aştı, prensesleri, Hollywood yıldızlarını giydirdi, bizim cemiyetten atölyesine gelmeyen isim kalmadı. 23 Ocak’ta Paris Haute Couture Moda Haftası’nda 17. kez koleksiyonlarını sergileyecek Hanif’le bu kez ne tasarımlarını ne de giydirdiği isimleri konuştuk, bu kez konumuz markasında da derinden hissettiğimiz kendi tarzıydı.

 – Giydirdiğiniz isimleri hep çok şık görüyoruz, siz nasıl giyiniyorsunuz?

Tarzımı özetle rahat-şık diye tanımlayabilirim. Yoğun tempoda çalışan, sosyal hayatıyla iş hayatı iç içe geçmiş biri olarak akıllı ve fonksiyonel giysiler tercih ediyorum. Gündüz giydiğim bir pantolonu, gece üstümdeki tişörtü çıkartarak ceketle kullandığımda rahatlıkla bir kokteyle devam edebilmem benim için çok önemli. Küçük elbiseler genelde favorim. Bu pratik giysiler, ayakkabı, çanta veya aksesuar değiştirerek bambaşka gözükebilen akıllı parçalar. Dilek Hanif markasının stil kodlarını aslında kendi tarzım olarak da benimsedim diyebilirim. Göze batmayan, sükunet içerisinde, kalitesi daima detaylarında gizli parçalarla şıklığınızı zaten büyük ölçüde garantiye almış oluyorsunuz.

– Tarz nasıl oluşturulur kadınlara önerileriniz nedir?

‘Uyum’ benim için kilit kelime. Yaşam biçimine, kişiliğine ve vücuduna uyumlu giysiler seçmeyi başaran kişilerin daima bir tarzı vardır. Bu tarz başkaları için kabul görse de görmese de kişiliğin ve özgüvenin yansımasıdır. İşin içine bir de cesaret girdiğinde trendlerin veya sezonun dikte ettiği giysileri iyi bir süzgeçten geçirme gücünü bulursunuz kendinizde… Modayı sorgulamadan takip edenlerden olmak yerine, sürüden ayrılmayı başarmak tarz yaratmak konusunda önemli diye düşünüyorum.

– Stil oluştururken tasarımcıları takip etmenin püf noktaları var mıdır, yani tasarımcıdan giyinmenin püf noktaları nelerdir?

Tasarım markalarının bazı parçaları gerçekten ‘zamansız’ diye düşünüyorum. Bazılarıysa sadece mevcut sezonun lokomotif mesajlarını taşıyor. Bu noktada kişinin gözlemleri, zevkleri ve zekası devreye giriyor. Büyük bedeller ödenerek satın alınan parçaların, uzun yıllar kullanılabilecek bir çizgide ve renkte olmasına dikkat etmek çok önemli. Chanel tweet bir ceket, Christian Dior tayyör, Hermes bir çanta ve YSL siyah bir smokin gardırobunuzda zamansız bir şıklık için garanti parçalardır. Bu mantıkla hareket ederek ben de Dilek Hanif markası için bir sezonda eskimeyecek, kenara konulmayacak koleksiyonlar hazırlamaya gayret ediyorum.

SMOKİNLERİM VE ERKEK GÖMLEKLERİM

– Stile bir de ruh katmak önemli değil mi?

Son yıllarda baştan aşağı bir markadan giyinmek maalesef demode kabul ediliyor. Artık özgün ve cesaretli kombinler yapabilenler, giysisine ruh katmayı başarabilenler her ortamda fark yaratıyor. Jean ve tişört üzerine giyilmiş etnik bir kaftanla yayacağınız enerji hiçbir şeye benzemez.

– Gardırobunuzun ‘evladiyelik’ parçaları neler?

Küçük siyah elbiselerim hatta kırmızı olanların da sayısı az değil. Smokin takımlar ve erkek gömleği kesimli gömlekler vazgeçilmezlerim arasında… Ve babetlerim, paşminalarım ve çantalarım.

– Tarz yaratmada aksesuarın önemi ortada. Hangi aksesuarın nasıl kullanılmasını önerirsiniz?

Aksesuar çok önemli. Orta halli bir giysiyi şahane de yapabilir; nefis bir giysiyi korkunç hale de getirebilir. Ben giysilerle yarışan aksesuarları çok tercih etmiyorum. Antik parçaların yanı sıra tasarım özelliği taşıyan etnik bazı mücevherler de hoşuma gidiyor. Fakat son yıllarda tek parça olması halinde artdeco gösterişli bir parçayı sade bir giysiyle birleştirmek hoş olabiliyor.

– Kendi tasarımlarınızı mı giyersiniz hep?

Hazır giyim markamı oluşturduğum zamandan itibaren genellikle Dilek Hanif giyiyorum. Benim için çok konforlu olduğunu itiraf etmem gerekiyor. Fakat beğendiğim parçaları farklı markalardan satın aldığım da çok olmuştur. Aslında alışveriş için vakit bulabilsem sanırım gardırobumda farklı markalardan daha çok parça olacak.

– Kendinize özel tasarladığınız elbiseleriniz var mı?

Hayır pek olmuyor. Giysilerimi genellikle sezon koleksiyonundan seçiyorum. Bazı özel geceler için atölyem müsait olursa farklı modeller deniyorum.

ÖNCE ANGELINA’YI, SONRA GİYSİSİNİ GÖRÜYORSUNUZ

– Türkiye’de ve dünyada tarzını beğendiniz isimler kimler?

Son yıllarda Anjelina Jolie hem gündüz hem de gece için yaptığı giysi seçimleriyle en beğendiğim yıldız. İlk bakışta önce onu, sonra giysisini görüyorsunuz. Yani tam anlamıyla giydiğini, bir parçası yapmayı başarabiliyor.

– Sizin stil ikonunuz kimdir ezelden beri?

Her sezon olmasa da bazı koleksiyonlarımı hazırlarken birtakım güçlü figürlerden ilham alabiliyorum. Örneğin geçen sezon 70’li yılların stil ikonu Maria Berenson koleksiyonumun ilham kaynağıydı. 2012 yaz koleksiyonum ise 90’lı yılların gösterişli formları ve kadınsı silüetlerini düşündüğümüzde ilk akla gelen Linda Evengelista, Cloudia Chiffer gibi ikonik top modellerin ruhunu taşıyor.

– Stil konusunda en çok yapılan hatalar neler, nerede nasıl giyinerek yanlış yapıyoruz?

En büyük yanlış vücudunu tanımamaktan geçiyor… Mutlaka gizlememiz ve mutlaka dikkat çekmemiz gereken taraflarımız vardır. Modanın işaret ettiği yere doğru giderken bu benim için uygun mu diye bir durup düşünmek gerekiyor. Hatalar genelde bu noktada yapılan bilinçsiz alışverişlerde ortaya çıkıyor. Diğer bir hata ise yere ve zamana uygun seçim yapılamamasından kaynaklanıyor.

AYSUN ÖZ KAŞİ

Milliyet

Şahin’in defilelerinde genellikle bir tema yarattığının altını çizen gazete, defilelerdeki modelleri ise uzun saçları ve dövmeleriyle Türk modacıya benzetti.

Milan’ın kadrosuna yeni bir yıldız kattığını başlık olarak veren Gazete’ye, 14 yaşında ilk dövmesini yaptırdığında babasından çok azar işittiğini söyleyen Şahin, o yaşlarda ailesinin aşırı derecedeki ilgisinden rahatsız olduğunu anlattı. Tasarımlarıyla moda dünyasında dikkatleri üzerine çeken Şahin, New York Times’a yalnızca bir tasarımcı olarak kalmak istemediğini, asıl hedefinin bir marka olmak olduğunu söyledi.

Yazının orijinal metini aşağıda bulabilirsiniz.

YOU could hear the buzz of the tattoo artist at work before you could see him. In a dark warehouse on the outskirts of Milan on Monday evening, black curtains separated the editors from the models in the moments before Umit Benan Sahin was to show a collection that would be described as the breakout of the men’s wear season.

Before the curtains parted, the fashion cognoscenti seemed a little unsure whether or not Mr. Sahin, though obviously a rising star in the men’s scene, was the real deal.

In addition to his three-year-old signature line, just called Umit Benan, Mr. Sahin, 31, has also been the designer of Trussardi since July. Though his first women’s collection for that house was well received, his men’s show for Trussardi last Sunday was a bit of a dud. It took its inspiration — the 1970s Formula 1 racer Jackie Stewart — so literally that the suits with flared pants and wide, curving lapels looked identical to what you could find in a thrift store.

Mr. Sahin’s early notoriety came from his quirky presentations of designs, usually in a bar with themes like “third-generation Italians,” “investment bankers” and “retired rockers.” The models looked somewhat like him, with scraggly dark beards and a lot of tattoos.

This season he was showing his line on a runway for the first time, and promising a lot of sportswear options, the mark of a grown-up designer. The chief executive of a major luxury store sat browsing disinterestedly at Words With Friends on an iPad. Then the curtains parted.

Mr. Sahin had created a scene that looked like an army barracks, with models posing on cots, doing push-ups or shaving. One was getting an actual tattoo. Another was taking a shower, his posterior exposed to the audience. Mr. Sahin explained that he was picturing a moment, just after a war has ended, when the troops were preparing for a group portrait. It looked like a collection as envisioned by Paul Cadmus.

“When I work on a collection, characters are really important to me,” Mr. Sahin said before the show. “They have to have a story behind them.”

Interestingly, it is Mr. Sahin’s story that people seem eager to know about. Daniel Peres, the editor of Details, described him as not only a great designer, but also a great guy. Terry Jones, the editor of i-D, is fascinated with Mr. Sahin’s tattoos, which in their own way tell his life story.

Born in Germany and raised in Turkey, Mr. Sahin studied fashion at several colleges, and at the textiles company of his father, Selahattin Sahin, in Istanbul. He had a troubled childhood, he said, uncomfortable with the close attention paid to him by his parents. After he moved out, to attend a boarding school in Switzerland, he got a tattoo on his back of an angel holding a heart. He was 14 at the time.

“My father was so angry,” he said. “If I wasn’t doing what I do today, and still living in Turkey, I would have problems with my father.”

He pushed up the sleeves of his jacket to reveal more than 30 tattoos covering both arms. Some were drawings. Others were small, neatly written words, in various languages, fonts and sizes, some in capital letters, others in cursive. One said, “When I was a little boy, my mother always called me the devil with an angel’s face.” Another said, “Nothing is as it seems.” The date of his first presentation, “the day I did something on my own for the first time in my life,” he said, is tattooed on his right arm as “13.01.09.” Above that, on his bicep, is an image of his father.

“I was smart to do a tattoo of his face, because he could not say much after that,” Mr. Sahin said.

With his collection on Monday, Mr. Sahin seemed to silence his critics again. It included some of the best takes on military uniforms seen in Milan in some time, with oatmeal-gray cargo pants and precisely structured suit jackets in thick loden wool, one of which closed just an extra inch or so off to the side. They were, in essence, simply wearable clothes, but the way he presented them made them compelling in a broader way, just as Mr. Sahin had intended.

“Now I think people see me as a designer, and the people who buy my clothes are the ones who really follow the fashion world, so I need to expand,” Mr. Sahin said. “I need to start becoming more like a brand than just a designer. The machine has to start working like a brand, not just based on one character.”

http://www.nytimes.com/2012/01/22/fashion/umit-benan-sahins-breakout-show-in-milan.html

CEMİYET hayatının önemli isimlerinden biri olan modacı Siren Ertan Çarmıklı şıklığı kadar tasarladığı haute couture kıyafetlerle adından söz ettiriyor. Ama son projesi diğerlerinden çok farklı. Ünlü modacı, Godiva çikolataları için Siren Ertan İstanbul for Godiva etiketiyle özel şal ve hediye kutuları tasarladı. Godiva ve Siren Ertan İstanbul markasının kurumsal renkleri olan koyu kahve, altın, fuşya renklerinin kullanıldığı şal ve kutular sınırlı sayıda üretildi.

Üzerinde sekiz ay çalıştı

Projenin tesadüf eseri ortaya çıktığını söyleyen Ertan, Godiva’nın Nişantaşı mağazasının açılmasından sonra sürecin başladığını anlatıyor: “Hediye almak ya da bir müşterimle kahve keyfi yapmak için sık sık mekana uğruyordum. Mağazanın ısısının çikolatalar için serin tutulması ve havaların soğuması nedeniyle biraz üşümeye başlamıştım. Bir gün ‘Şalınız var mı? diye sordum, olmadığını söylediler. Godiva ile birlikte bir proje yapma fikri de ortaya çıkınca bu tasarımın şal ve hediye kutusu olmasına karar verdik. Godiva’nın lezzetli çikolatalarını çocukluğumdan beri çok seviyorum. Dolayısıyla birlikte çalışmak benim için bir onur. Yedi yılı aşkın süredir, haftada altı gün, gece yarılarına kadar kadınlar için elbise diken biri olarak farklı bir havayı solumak heyecan vericiydi.”

Ertan proje için sekiz ay çalışmış. Bu süreçte şalın tasarımının nasıl olacağına, rengine, kumaşın cinsine ve hediyelik kutulara karar vermiş. Markanın 85 yıllık geçmişini ‘Belçika Kapısı’ tasarımıyla şallara yansıtan Ertan, bunu Swarovski taşlarla ürünün üzerine resmettiğini söylüyor: “Markanın geçmişini yansıtan ‘Belçika Kapısı’ tasarımını da çok sevdiğim için şallarda kullandım. Swarovski taşlarla daha güzel oldu. Kutuyu açınca bir yanından çikolata diğer yanından şal çıkıyor. Bu da insanları şaşırtıyor.”

Kadınlar hazine bulmuş

Kadınların her zaman moda ve çikolatayla bir aşk yaşadığını da belirten Ertan “Benim çıkış noktam da bu aşktı. Kadınların çikolataya düşkünlüğünü mağazada çok daha yakından gördüm. Hepsinin hali Alaaddin’in mağaradaki hazineyi bulduğundaki gibiydi. Bence kadın, çikolata ve moda mükemmel bir üçlü oldu” diyor.

Sınırlı sayıda üretildi

GodIva mağazasında satışa sunulan çikolata kutusu ve şalın fiyatı 360 TL. Ürünün az, öz ve özel olmasını istedikleri için sınırlı sayıda üretilmiş. Bu tasarımı, kadınların serin yaz akşamlarında şal, soğuk kış günlerinde ise atkı olarak kullanabileceğini söyleyen Siren Ertan Çarmıklı “Düz bir kıyafetinize farklı hava katacak. Ayrıca kutunun harika bir hediye olduğunu düşündüğüm için kendi tanıdıklarıma da yolluyorum. Çünkü bir çiçek yerine çikolata ve şal ikilisi insanı çok daha mutlu eder. Üstelik kalıcı da olur” diyor.

Kilomu zor koruyorum

Siren Ertan Çarmıklı pek çok kadın gibi kendisinin da çikolataya çok düşkün olduğunu, Nişantaşı’ndaki atölyesinin karşısında çikolata mağazasının açılmasıyla kilosunu korumakta zorlandığını söylüyor: “Tüm müşterilerim teşekkür için birer kutu çikolata getiriyor artık. Markanın da jestleri eklenince bu yazı nasıl zayıf geçiririm bilmiyorum. En çok portakallı çikolatalarını seviyorum ama çikolatalı gofreti hiçbir şeye değişmem.”

Kız Teknik Öğretim Adana Olgunlaşma Enstitüsü’nde öğretmenlere yönelik tasarım kursu veren Özceyhan, yaptığı açıklamada, Türkiye’de modanın gelişmesinde Osmanlı’dan günümüze kadar giyinmeye olan merak ve tutkunun büyük payı olduğunu söyledi.

Ancak bu merakın son yıllarda Türk erkeklerinde fazla kalmadığını ifade eden Özceyhan, eski siyah-beyaz filmler veya fotoğraflara bakıldığında Türk erkeklerinin geniş paçalı pantolonların yanı sıra geniş yakalı, kol düğmeli, ceket kolundan bir iki santim dışarı çıkan gömlekle giydiğini ve hatta giysiyi tamamlayan köstekli saatler kullandığına dikkat çekti.

Bugün Türk erkeğinin eski şıklığının kalmadığını vurgulayan Özceyhan, ”Bunun nedenini yaygınlaşan konfeksiyona bağlıyorum. Hazır giyimin çok ucuz olması sanki iyi giyinmeyi göz ardı ettirdi” dedi.

Özceyhan, yaygınlaşan konfeksiyonun sıradan, fazla özen gerektirmeyen, kalıplaşmış giysilerin yaygınlaşmasına neden olduğunu, bu yüzden eski terzilerin de kalmadığını belirterek, ”Günümüzde iyi terzilerimiz halen var ama yenileri yetişmiyor” diye konuştu.

KADINLAR ERKEKLERDEN DAHA ŞIK GİYİNİYOR
Türk kadınlarının ise erkeklerin aksine daha şık olduğuna dikkati çeken Özceyhan, şunları kaydetti:

”Modayı takip etmek çok para harcamak değildir. Her kadın, evindeki sıradan bir bluzu bile nakışla süsleyerek şık bir giysiye dönüştürebilir. Türk kadını kırsalda da Anadolu’da da bunu başarıyor. Aynaya bakıp giydiğiniz kıyafeti kendinize yakıştırdığınızda bence moda odur. Fransızlar, buna ‘şeytan hilesi’ diyorlar. Onlara göre modada fonksiyonellik ön plandadır. Fransızlar, bununla modada başarılı olmuşlardır.”

Özceyhan, kişinin kendi vücuduyla bütünleşmeyen giysileri giymemesi gerektiğini belirterek, ”Modada vücut ve kumaş kompozisyonu çok önemlidir. Yani, giyilen kıyafetin vücut oranlarıyla bağdaşması lazım. Bunun için Türkiye’de kadın vücut standartlarını araştırarak bu konularda 5 ana vücut tipi üzerine kalıplar çıkarttım. Şimdi bu teknikleri Türkiye’nin dört bir yanında Milli Eğitim Bakanlığı işbirliği ile düzenlediğim kurslarda tekstil öğretmenlerine öğretiyorum” dedi.

TÜRK MODACILARIN BAŞARISI
Özceyhan, dünyanın en iyi terzilerinin bulunduğu ülkeler arasında Türkiye’nin ilk sıralarda yer aldığını, Türk modacıların başarısının ülke sınırlarını aştığını bildirdi.

Kendisinin de 50 yılı geride bıraktığı meslek yaşamında, 23 ülkedeki 50 defilede podyumda Türk bayrağını dalgalandırmanın mutluluğunu yaşadığını ifade eden Özceyhan, yurt içi de dahil edildiğinde defile sayısının 100’ü bulduğunu ifade etti.

Çin Seddi’nde defile yapan tek modacının kendisi olduğunu belirten Özceyhan, ”’Podyumdaki karalar’, ‘Çanakkale’, ‘Çağdaş çizgilerle Atatürk (Selanik)’ gibi çeşitli adlarla yaptığım bu defileler, kazandığım paradan çok ülkemin tanıtımına olan katkım nedeniyle büyük mutluluk verdi. Tokyo’da dünya çocukları yararına Japon modacı Tadashi ile büyük moda gösterisi yaptım. Bugün dünya modasında Türk tasarımcıların artık önemli bir yeri var” diye konuştu.

MARDİN VE MAKEDONYA PROJESİ
Modacı, Kreatör Ahmet Özceyhan, Mardin Valiliğinin isteği üzerine kentin 1600 yıllık geçmişine inerek hazırladığı ”Mardin Kreasyonu”nu da hatırlatarak, bu projenin büyük beğeni gördüğünü ve halen konuşulduğunu belirtti.

Projenin defilesini ve diğer etkinliklerini 200 civarında yabancı diplomatın izlediğini anımsatan Özceyhan, şunları kaydetti:

”Bunu izleyenler arasında bulunan Makedonya Kültür Bakanının isteği üzerine, bu ülkeyle ilgili başlattığım yeni projem sürüyor. Makedonya’nın geçmişten günümüze giyim kültürünün kalıcı bir esere dönüştürülmesi ve bu yolla ülkenin tanıtımının sağlanması amacıyla çalışmasını sürdürdüğüm proje tamamlanmak üzere. Kültürü bize benzeyen Makedonya ile ilgili bu çalışmanın bir Türk dizaynırı olarak bana verilmesinin ayrıca gururunu yaşıyorum.”

KÜLTÜR KENTİ ADANA
Olgunlaşma Enstitüsü ve tekstil öğretmenlerine kurs vermek üzere geldiği Adana’da da böyle bir çalışmayı yapabileceğini vurgulayan Özceyhan, sözlerini şöyle tamamladı:

”Adana geçmişten günümüze çok göç alan bir kent. Kente göçle gelenler, gelenek ve görenekleri ile yemek kültürleri kadar giyim kültürlerini de beraberlerinde getiriyorlar. Onlarca medeniyete ev sahipliği yapmış bu kent için Adana Valiliği ya da yerel yönetimler işbirliği ile bir proje hazırlamak istiyorum. Bu sayede Adana sadece kebabı, şalgamı ya da bici bicisiyle değil, kültürüyle de yurt içi ve yurt dışında tanıtılabilir. Çünkü, ben inanıyorum ki Adana bir sanat kenti. Bu kentin yüzlerce sanatçı yetiştirmiş olması da tesadüf değil. Adana’yı sanatla tanıtacak bu projenin gerçekleşmesi halinde kente büyük katkısının olacağını düşünüyorum.”

Dünya çapında ünlü bir imza olan Adolfo Dominguez’in 70’lerin modasını yansıtan romantik ilkbahar-yaz koleksiyonu, Akmerkez’de Türk kadınlarını bekliyor.

Adolfo Dominguez moda dünyasında yeni bir isim değil. Tasarımlarını kendi adını taşıyan markasıyla satışa sunduğunda yıl 1973’dü. Ancak Türk kadını, Dominguez’i yeni tanımaya başladı.

1976’da erkek koleksiyonunu sunan tasarımcı, zamanla kadın, parfüm ve kozmetik, deri ürünler, iç çamaşırı, gözlük, gençlere özel U Koleksiyonu, çocuk koleksiyonu, büyük beden koleksiyonu AD+, ev dekorasyonu My Home, özel takılar, ayakkabı, çanta, evcil hayvan aksesuar ve giysileri de tasarlamaya başladı.

‘Ulaşılabilir lüks’

Bugün, 27 ülkede 643 mağazası bulunuyor. Dominguez’in sadece İspanya’da 470 mağazası var. İspanyol tasarımcı 2011 İlkbahar-Yaz kreasyonlarını İstanbul Akmerkez’deki mağazasında satışa sundu. Herkeste bulunan aynı model ve renkteki giysileri taşımak istemeyenler için her ürünü limitli sayıda üreten Dominguez’in sloganı ‘ulaşılabilir lüks’.

Tasarımcının ilkbahar-yaz koleksiyonu 70’lerden esinlenmiş. Romantik tasarımlar ön planda: Beli vurgulayan pantalonlar, katlı etekler, kabarık elbiseler, kıvrımlı kesimler, özel nakışlar ve danteller ilgi çekiyor. Yeşil, lila, mor, beyaz, siyah gibi renklerin yanı sıra, desenleri, canlı ve parlak renkleri de kullanan tasarımcı günlük giysilerden gece kıyafetlerine kadar geniş bir yelpazede çalışmış.

`Re Fine` isimli defile, modaseverlerin büyük ilgisini çekti. Thierry Dreyfus`un, modacı Kaprol`un tasarımlarından ve İstanbul kentinden ilham alarak çektiği dört kısa film, defile sırasında davetlilere gösterildi.

Defile, düzenlendiği mekan ve sunuş itibarıyla, farklı bir tasarım içinde gerçekleşmesi itibarıyla da davetlilerin büyük beğenisini kazandı.

DEFİLEDE AFRİKA İZLERİ

Kaprol, basına yaptığı açıklamada, tasarımlarında, Güney Etiyopya`da yaşayan Mursi kabilesinde yaşayanların vücut boyama geleneklerinden ve sanatçı Brig Laugier`in “kitap heykeltıraşlığı“ stilinden etkilendiğini belirtti.

Tasarımlarda, bayan gömlekleri ve ceketlerde deri ve ipek kumaşların kullanıldığı, kısa etek ve elbiselerde, beyaz, siyah ve bej renklerin ağır bastığı gözlendi.

İstanbul, Bursa ve Antalya`da açtığı mağazalarda hazır giyim koleksiyonuyla “avangard“ tasarım felsefesini sunan Arzu Kaprol, Türkiye`de moda dünyasında birçok ilke imza attı.

Türk Silahlı Kuvvetleri`ne teknolojik kamuflaj kıyafeti tasarlayan ilk modacı olan Kaprol, yine “Home“ koleksiyonuyla ilk defa ev tekstilinde koleksiyon tasarlayan modacı.

Sanat dünyasının ünlü isimlerini giydiren Süleyman Demirel, kendi ismiyle ilk defilesini vermeye hazırlanıyor. 21 Eylül`de Swissotel`de `Haute Couture Fashion Show` ismiyle bir defile düzenleyecek olan Demirel ile defile hazırlıkları sırasında görüştük.

Nasıl modacı oldunuz?

İstasyon Sanat Merkezi`nde eğitim aldım. Bu merkezin özel bir TV kanalıyla ortaklaşa düzenlediği `Ulusal Moda Yarışması`nda birinci oldum. Önce birçok tekstil şirketi için tasarımlar yaptım. Altı ay önce Azor isimli firmamı kurdum. Yıllardır ismimle bir haute couture koleksiyonu hazırlayıp defile yapmayı planlıyordum. İşte onu da gelecek hafta yapıyoruz.

PSİKOLOJİK BİR DEFİLE OLACAK

Koleksiyonunuzu hazırlarken nereden ilham aldınız?

Defilenin ismi `Sanrılar`… Biraz duygusal, psikolojik bir defile olacak. Bastırılmış duygularımız bu defilede somutlaşacak. Ben defile öncesi Alexander McQueen`in ölümünden çok etkilendim. Sanırım genel olarak, defilede yaşadığım bu üzüntü kendini gösteriyor.

Karamsar bir koleksiyon mu?

Hayır aslında. Çiçek motifleriyle tasarımları canlandırdım. Tüm koleksiyonda uyumsuzluğun uyumu var. Aklınıza gelmeyecek materyalleri ve kumaşları birlikte kullandım. Metal ve dantel gibi…

Biz sizi daha çok Demet Akalın`ın tasarımcısı olarak tanıyoruz…

Demet, benim en eski müşterilerimden biri. Yaklaşık 9 senedir birlikte çalışıyoruz kendisiyle. Amerika`da bulunduğum süre zarfında, çok kısa bir süre Tuvana Büyükçınar`la çalıştı. Bundan da çok mutlu olduğunu sanmıyorum zaten.

Başka kimler için tasarımlar yapıyorsunuz?

İlk çalıştığım isim Deniz Seki… Demet Sağıroğlu, Sibel Can, Burcu Güneş ve Ebru Destan`la da çalıştım.

Sanatçılarla çalışması zor mu?

Her tasarımcı gibi ben de tasarımımı kağıt üzerinden anlatırken zorluk yaşıyorum. Onlar kağıttaki çizime bakıp elbisenin bitmiş halini hayal ederken zorlanıyor. Çizimi anlatmak, ikna etmek, işi somutlaştırmak en zor kısmı. Sadece sanatçılar için de geçerli değil bu. Normal bir müşteri geliyor, elinde Lady Gaga fotoğrafıyla `Bana Lady Gaga`nın bu giysisine benzer bir şey dik` diyen müşteriye ne denir ki! Hande Yener, Lady Gaga gibi giyinse ne olur! Sürekli taklit ediyoruz

Ünlü müşterileriniz arasında tasarımdan anlayan kimse yok mu?

Demet iyi anlıyor çizgimden. Petek Dinçöz de… Sibel Can`la da rahat çalışıyorum..

MÜSAMERE GİBİ MODA HAFTASI

Türkiye`de taklit ürünler rağbet görüyor. Hatta çok ünlü tasarımcıları taklit edenler de var…

Var tabii… Patent kanunlarında o kadar çok açık var ki! Benim de tasarımlarımı birebir kopyalayanlar var. Yasaların tasarımcıyı koruması gerekiyor.

İstanbul Moda Haftası`nı nasıl buldunuz?

Üzülerek izledim, ilkokul müsameresi gibiydi…

Şu an Türk tasarım dünyasında eşinin ya da ailesinin desteğiyle butik açan ya da marka yaratanlar var…

Eş parasıyla, koca parasıyla modaya girenleri saman alevi gibi görüyorum. Bir sezon varlar, ikinci sezon yoklar. Bir başarıları yok. Aldıkları bir ödül yok. Hangi yaptıkları akılda kalıyor ki… Aile parasıyla bir takım ekipler kuruyorlar, kendilerine `modacı` diyorlar, butikler açıyorlar. Ama bu kişiler kalıcı olamaz.

Kimi giydirmek istersiniz?

Madonna, Kylie Minogue, Nicole Kidman, Anne Hathaway gibi isimler olabilir.

Türk tasarımcı olarak kimi beğeniyorsunuz? Hakan Yıldırım, Cengiz Abazoğlu ve Arzu Kaprol…

İSPANYOL PAÇA DÖNÜYOR

Sonbahar-kış sezonunda İskoç ekosesi ve kırmızı renkler ön planda.

Satenler hem gece hem de gündüz giyiminde var.

Etek boyları; maksi ve mini. Kısa etekler, diz üstü çizmelerle kombine edilecek.

Kalın örgülü trikolar da çok moda.

Pantolonlarda yüksek bel var. İspanyol paçalar da bu yıl geri dönüyor.

İKONCANLAR MODA TERÖRİSTİ

Eda Taşpınar için diyecek kelime bulamıyorum. Adı stil ikonu olarak geçse de, kesinlikle öyle değil. Bizim ikoncanları moda teröristi olarak görüyorum. Şu an Türkiye`de moda dünyasında tam bir terör yaşanıyor. İstanbul Moda Haftası gibi..

Charlize Theron, Nicole Kidman ve Rihanna`nın tarzlarını çok beğeniyorum. Ama sadece Madonna ve Gwen Stefani için stil ikonu diyebilirim. Victoria Beckham`ın da giyim tercihleri çok başarılı.

Türkiye`den Ajda Pekkan`ı çok beğeniyorum. Sosyeteden de Feryal Gülman`ın tarzı bana çok asil gelir.

DEMET AKALIN`IN BİR TARZI VAR

Modayı takip edenler olabilir ama stil sahibi olmak çok zordur. Karikatürünüz çizilecek kadar belli olan bir tarzınız varsa o zaman stil sahibi oldunuz demektir. Türkiye`de böyle bir isim yok…

Hande Yener`in her albümünde başka bir tarzı var. Albüm kapağındaki görüntüsüyle, konserindeki veya katıldığı davetlerdeki görüntüleri örtüşmez. Böyle stil sahibi olunmaz. Demet Akalın müşterim diye söylemiyorum ama bir tarzı vardır. Kıyafeti için `Bu tam Demet`lik` diyebiliriz…

Ünlü erkeklerden de Kenan Doğulu, Yalın ve Tarkan`ın tarzını beğeniyorum.

 İDİL DEMİREL GÜNAYDIN

Dice Kayek markasını yaratan Ayşe ve Ece Ege kardeşler, İstanbul Fashion Week çerçevesinde açtıkları ‘İstanbul Contrast’ sergisinde şehrin içinde barındırdığı tezatları koleksiyonlarına yansıtıyor.
18 yıl önce moda dünyasına Dice Kayek markasıyla Paris’te adım atan Ayşe ve Ece Ege kardeşler, İstanbul Modern’de açılan ‘İstanbul Contrast’ sergisiyle esin kaynakları olan kente görkemli bir dönüş yaptılar.
‘İstanbul Contrast’, Fransa’daki Türkiye Mevsimi kapanış etkinlikleri ve Paris Moda Haftası kapsamında 30 Mart’ta Paris Musée des Arts Décoratifs’te sergilenmişti. Ege kardeşlerin İstanbul’un tarihi ve kültürel coğrafyasından esinlenerek tasarladıkları kıyafetler, bu kez de İstanbul Fashion Week (İstanbul Moda Haftası) kapsamında yeni bir düzenlemeyle İstanbul Modern’e konuk oldu.


İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ve İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (İHKİB) katkılarıyla perşembe günü açılan, Ayşe ve Ece Ege kardeşler, Ajans Başkanı Şekip Avdagiç, İstanbul Modern Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczacıbaşı ve İHKİB Başkanı Hikmet Tanrıverdi’nin ev sahipliği yaptığı ‘İstanbul Contrast’ sergisine ilgi büyüktü. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, AB ile ilişkilerden sorumlu Devlet Bakanı Egemen Bağış ve iş, sanat ve moda dünyasının tanınmış isimleri de konuklar arasındaydı.
Yine İstanbul Modern’de devam etmekte olan Hüseyin Çağlayan sergisinin yanı sıra Dice Kayek ‘İstanbul Contrast’ sergisine gösterilen bu ilginin arkasında İstanbul’un uluslararası moda ve tasarım merkezlerinden biri olması arzusu yatıyor. Üçüncüsü düzenlenen IFW ile bu arzunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği hakkında henüz bir yorum yapmak erken olsa da bu yıl Avrupa başta olmak üzere farklı ülkelerden gazete ve dergilerin moda editörlerinin gelmesi bir ilginin başladığının göstergesi sayılabilir.
 
Giysilerle İstanbul güzellemesi
Dice Kayek markasının yaratıcısı Ayşe ve Ece Ege kardeşler, bu sergiyi kendilerine her zaman esin kaynağı olmuş İstanbul’a ithaf etmişler. Sokakları, binaları, tadı, kokusu ve yaşam tarzıyla onları her zaman heyecanlandıran İstanbul’un içinde barındırdığı tezatların uyumunu gösteren bir koleksiyon yapmışlar. Geçmiş, gelecek, geleneksellik, modernizm ve farklı kültürler özel tasarımlarda hayat bulmuş. Her giysi kentin farklı bir yüzünü ya da imgesini yansıtıyor.
‘İstanbul Contrast’, Paris’teki sergiden farklı olarak İstanbul Modern’e özel bir düzenlemeyle sergileniyor. Ünlü sanatçı Arik Levy, Dice Kayek için ‘LogForest’ adını verdiği bir enstalasyon hazırlamış. Sergi alanına girenler kendini bir an Yerebatan Sarnıcı’nda hissediyor. Bu duygu sarnıçtaki sesler, gölgeler ve sütunlarla yaratılmış, sütunların arasına gizlenmiş giysilerin her biri İstanbul’un ayrı bir köşesini imgeliyor. Arik Levy ilk bakışta insanı zorlayan ama dikkati tasarımlara yoğunlaştıran bir yerleştirme yapmış.
Arik Levy bu düzenlemeyle iç-dış kavramını, kontrasları sorgulamak istemiş. Yapıtını ‘büyümeye, gelişmeye, evrime ve dönüşüme gönderme yapan küresel Absent nature-Varolmayan doğa’ projesinin parçası ve İstanbul kentinin metaforu olarak tanımlıyor: “Renkleri, sokakları, insanları ve beklenmedik sentezleriyle İstanbul, sanat ve sanatçılar için sonsuz ilham kaynağıdır. Çelişkiler yumağıdır. Osmanlı’dan bu yana isabetle adlandırıldığı üzre, Şehr-i şehri İstanbul’dur o; o bir dişi şehir, bir dişi muammadır…
Hani şu renkli matruşka bebeklere benzer İstanbul. Açarsın bir tanesini, bir de bakarsın bir tane daha varmış içinde, öylesine saklı, gizemli. Onu da açarsın bir tane daha çıkar karşına. Tek bir İstanbul yok ki. İstanbullar var aslında. Yan yana, iç içe…” Serginin en büyük sürprizlerinden biri de tüm metinleri yine bir İstanbul âşığı ünlü yazar Elif Şafak’ın yazmış olması.
 
Önceliğimiz giyilebilirlik
‘Kubbe’, ‘Kumru’, ‘Lokum’, ‘Galata’, ‘Topkapı’, ‘Lale’, ‘Kaftan’, ‘İstanbul Modern’, ‘Boğaziçi’ ve ‘Ayasofya’ gibi İstanbul dendiğinde ilk akla gelenler giysiye dönüşmüş. Sergide 12 başlık altında 26 tasarım yer alıyor. Ece Ege’yi en çok heyecanlandıran, dikimi aylarca süren, terzilerin parmaklarının delindiği Ayasofya temalı giysi olmuş. Taşlarla süslü bu elbisede Ayasofya’da yıllar sonra bulunan Cebrail rölyefinden izler var.
Hüseyin Çağlayan ve Dice Kayek sergilerini bir arada görmek iki tasarımcının bakış açılarının ne denli farklı olduğunu da gözler önüne seriyor. Çağlayan için kadın ve kadın giysileri duygu ve düşüncelerini yansıtmak için bir araçken, Ege kardeşler hangi kavramsal çerçeveden bakarlarsa baksınlar kadınlar ve giysileri ön planda. Ece Ege İstanbul Modern’de tasarımları sergilenen Hüseyin Çağlayan’dan en büyük farklılıklarının kıyafetlerinde fonksiyonelliğe verdikleri önem olduğunu söylüyor. “Kavramsal tasarıma evet ama önceliğimiz giyilebilirlik” diyor.