"IMA" ile etiketlenmiş yazıları görüntülüyorsunuz

Türkiye, yaptığı kaliteli üretim ile tekstilde marka bir ülke. Bugün global markaların çoğunun Türkiye’de ‘made in China’ etiketiyle satılmasına bakmayın. Aynı markaların Avrupa mağazalarındaki ürünleri ‘made in Turkey’ etiketiyle satılıyor. Üretimdeki başarısını tasarımda da sürdürmeye kararlı olan markalar ve tasarımcılarla Türkiye’de rüzgâr artık farklı bir yönden esiyor. Tasarım, moda sektörünün en önemli ihtiyacı haline gelirken tasarım konusunda seküler eğitim veren okullar çok sınırlıydı. Yetenek sınavları ile alım yapan üniversitelerde çok kısıtlı kontenjanlara girmek için binlerce insan arasından sıyrılmanız gerekiyor. Bu iki arada bir derede durum, İstanbul’da birbiri ardına moda okulları açılmasıyla yeni bir boyut kazandı.

Tasarım odaklı eğitim

Tekstille bu kadar iç içe olan bir ülkede moda eğitimi veren kurumlar çok yeni değil. Fakat son yıllara kadar verilen eğitimler, genellikle sektöre ara eleman düzeyinde insan yetiştirmeye yönelikti. Yeni kurulan okullarda entelektüel açıdan da desteklenen eğitimler veriliyor. Okullar bu anlamda öğrencilere bir bakış açısı kazandırmaya çalışıyor.

Son yıllarda giderek cazibesi artan İstanbul, uluslararası moda okullarının gözdesi durumunda. Avrupalı markaların en önemli üreticisi olması ve konum itibarıyla Avrupa’ya yakın olması İstanbul’un önemli artıları. Fakat son yıllarda gelişen ekonomi ve artan ihracat rakamları okullar için İstanbul’u daha cazip bir noktaya taşıdı. Artık uluslararası bir eğitim için öyle çok uzaklara gitmeye gerek yok. 3 yıllık akademik eğitim sunan okulların verdikleri diplomalar YÖK tarafından henüz kabul görmese de yurtdışında kabul görüyor ve okulların uluslararası şubelerinde direkt master yapma fırsatınız olabiliyor. Daha yaz aylarında öğrenciler kurumların diğer ülke şubelerinde değişim programlarına katılabiliyor.

Uluslararası standartlarda, profesyonel modacılar yetiştirmek üzere Avrupa Birliği, Dış Ticaret Müsteşarlığı ve İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçı Birlikleri (İTKİB) tarafından 2007 yılında kurulan İstanbul Moda Akademisi (İMA); London College of Fashion başta olmak üzere Polimoda, Domus Academy ve Nottingham Trent University gibi uluslararası moda okulları ile işbirliği içinde. Türkiye’nin en geniş moda kütüphanesi ile İMA, moda tasarımı, moda teknolojisi, moda yönetimi ve pazarlaması, moda perakendeciliği, moda fotoğrafçılığı ve medya gibi alanlara hitap eden 360 derece bir eğitim sunuyor. Öğrenciler 2 yıllık akademik ve uygulamalı eğitimlerinin ardından London College of Fashion’da 1 yıl eğitim alabiliyor. Yıl boyunca da bu okuldan birçok uzman eğitmen geliyor İstanbul’a. İMA’nın en büyük artısı, bizzat sektör desteği ile yola çıkması. Eğitim alan öğrenci zaten sektörün önde gelen ihracatçıları ve markalarıyla sık sık bir araya geliyor.

1959’da Kanada’da kurulan eğitim kurumu LaSalle Akademi, 1993 yılından beri Türkiye’de eğitim veriyor. Öğrenciler hem çiziyorlar hem doğru kumaşı buluyorlar, hem dikiyorlar hem de onu nasıl satacağını öğreniyorlar. Yani tüm süreci tasarlıyorlar. Okulun en büyük eleme kriteri ise kişideki ‘göz’. Okul yöneticisi Sandra Bereha, “Tasarım ve tasarımcı elemelerinde önemli olan, tasarımcının gözüdür, gerisini zaten biz öğretiyoruz.” diyor. Bereha, “İçinde tasarım gücü olan adayları sıkı bir eğitimden geçirerek ‘gerçek dünyaya’ hazırlıyoruz. Böylece mezunlarımız okulumuzdan mezun olduktan sonra sudan çıkmış balığa dönmüyorlar.” diye ekliyor.

Mezurayı ve prova mankenini bulan tasarımcı

Geçtiğimiz günlerde dünyanın en tanınmış moda okullarından biri olan Esmod moda okulunun davetindeydim. Okul, ilk yılını tamamladı. Okulun ismini Dubaili ünlü tasarımcı Rabia Zargarpur’dan biliyorum. Rabiaz markasının oluşturan tasarımcı New York Esmod okullarından mezun. 1841 yılında Fransa’da kurulan Esmod dünyanın en eski moda okullarından biri olarak kabul ediliyor. Kurucusu Alexis Guerre-Lavigne 3. Napolyon’un eşi Eugenie’nin baş terzisi. Lavigne aynı zamanda mezurayı ve prova mankenini icat ederek farklı kalıpları moda dünyasına kazandırmış bir usta. Ölümünden sonra da ailesi onun metotlarıyla eğitim vermeye devam ediyor ve 1970’li yıllardan sonra okul uluslararası bir ağ kuruyor. Bir yıldır İstanbul Fındıklı’da eğitim veren okulun en büyük artılarından biri uluslararası moda ağı. Okul Türkiye’de Bils ve Park Bravo ile takım ortağı. Henüz birinci sınıfı bitirmiş bir öğrenci olan Merve Alkan’ın tasarladığı beyaz gömlek, Bilstore’un favori gömleklerinden biri olmayı başardı.

İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçı Birlikleri (İTKİB) Başkanı Hikmet Tanrıverdi, Mısır ve Tunus’ta yaşanan olayların tekstil sektörüne etkilerini değerlendirdi. Tanrıverdi durumu avantaj olarak niteledi.

İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçı Birlikleri (İTKİB) Başkanı Hikmet Tanrıverdi, Mısır ve Tunus’ta yaşanan olayların tekstil sektörüne avantaj olarak döneceğinin görüldüğünü belirterek,  Türkiye’nin, kumaş, pamuk ve hazır giyim üretimiyle bu ülkelerden gelecek talebi karşılayabilecek noktada olduğunu ifade etti.

Tanrıverdi, İTKİB organizasyonunda, Moda Tasarımcıları Derneği (MTD), Birleşmiş Markalar Derneği (BMD), İstanbul Moda Akademisi (IMD) işbirliğinde Ağaoğlu Şirketler Grubu’nun ana sponsorluğunda bu yıl dördüncüsü yapılan İstanbul Fashion Week (IFW) dolayısıyla düzenlenen basın toplantısında gazetecilerin sorularını yanıtladı.

”Türkiye’nin, Mısır ve Tunus’ta yaşanan olaylar sonrasında bu ülkelerde artabilecek tekstil talebini karşılamak için hazırlıkları var mı?” sorusu üzerine Tanrıverdi, Mısır ve Tunus’ta yaşanan olayların sektörde bir takım değişimleri de beraberinde getireceğini belirtti.

Türkiye’nin tekstil kapasitesinin oldukça yüksek ve o ülkelerdeki boşluğu doldurabilecek durumda olduğunu ifade eden Tanrıverdi, şunları söyledi:

”Üzülerek söylüyoruz ama orada yaşananlar bizim tekstil sektörümüze avantaj olarak dönecek gibi gözüküyor. Üretim kapasitemizi tam olarak kullanamıyoruz.

Türkiye’de bu sektörde yetişmiş 4-5 milyon insan var. Hızlı hareket edip, çok rahat talepleri karşılayabilecek durumdayız. Bunu önümüzdeki dönemler gösterecek.

Umarım olaylar geçici olur ve hızla her şey eski düzene döner. Eski düzene dönmezse de sektörde bir sıkıntı yaşanacağını zannetmiyorum.

Türkiye’nin o ülkeler kadar AB’ye yakın olması ve bu işi yapabiliyor olması da Türkiye açısından önemli. Bir sıkıntı olacağını zannetmiyorum.

 Buradaki olaylar belki pamuk fiyatlarındaki artışı biraz daha körükleyecek, biraz daha pamuk fiyatları yukarı çıkabilir. Ama Türkiye hem kumaş, hem pamuk hem de hazır giyim üretimiyle gelecek talebi karşılayabilecek noktada.”

Çağdaş sanatın ve modanın önde gelen temsilcilerinden Hüseyin Çağlayan’ın Türkiye’deki en kapsamlı sergisi İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti programı kapsamında İstanbul Modern’de açıldı

Tasarımcının son 16 yılda ürettiği çalışmalarının bir seçkisi niteliğini taşıyan “Hüseyin Çağlayan: 1994-2010” başlıklı sergi, 15 Temmuz-24 Ekim tarihleri arasında İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçı Birlikleri’nin (İTKİB) organizasyonu ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın katkılarıyla, İstanbul Fashion Week 2010, İstanbul Moda Akademisi (IMA), İstanbul Modern ile Londra Tasarım Müzesi işbirliğiyle gerçekleşiyor.

Daha önce Londra Tasarım Müzesi ve Tokyo Çağdaş Sanat Müzesi’nde sergilenen, küratörlüğünü Donna Loveday’in yaptığı sergide, Hüseyin Çağlayan’ın 1994 ile 2010 yılları arasında ürettiği moda koleksiyonları, enstalasyonları ve filmleri bir araya geliyor.

Sergi, mimari, felsefe, bilim, tarih, antropoloji, biyoloji ve teknolojiden esinlenen Hüseyin Çağlayan’ın genetik, teknolojik ilerleme, yer değiştirme, göçmenlik ve kültürel kimlik gibi çeşitli alanlardaki düşüncelerini yansıtıyor.

Çağlayan giyimi, konseptleri ifade etmek ve daha geniş izleyici kitlesinin erişimine açmak için bir keşif alanı olarak kullanıyor. Yeni malzeme ve tekniklerle deneylere girişiyor, tasarladığı giysiler, ardında yatan düşünce süreçlerini yansıtıyor.

Modayı bir keşif alanı ve kavramların ifade bulduğu bir yer olarak sunan Hüseyin Çağlayan, giyimin ne anlama geldiğine dair önkabullere meydan okuyor.

Modayla doğrudan doğruya ilişki kurulması güç disiplinlerden ilham alan Hüseyin Çağlayan, günümüz dünyasının politik, ekonomik ve sosyal gerçeklerinden yola çıkarak, felsefi bir konumlandırmayla, kavramsal fikirler sunan tasarımlar gerçekleştiriyor.

Hüseyin Çağlayan sergiyle ilgili olarak, “Türkiye’de böyle bir sergi açmanın benim için en heyecan verici tarafı, genç kuşakla diyalog kurup, onları etkileyebilecek ve aynı zamanda bir çok farklı disiplinden, farklı dünyalardan gelebilecek insanların ilgisini çekebilecek olması.

Bu ülkenin nüfusunun büyük bölümü gençlerden oluşuyor ve bu serginin onlara esin kaynağı olmasından büyük mutluluk duyarım.

Böylece buradaki insanlar ilk kez bir çatı altında benim dünyamı görme şansı bulacak.

Daha önce video çalışmalarım sergilenmişti ama bu kez enstalasyon olarak sunulan giysilerimin görülmeye değer olduğunu düşünüyorum” diyor.

Basın toplantısında İstanbul Modern Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczacıbaşı, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Genel Sekreteri Yılmaz Kurt ve İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (İHKİB) Yönetim Kurulu Başkanı Hikmet Tanrıverdi birer konuşma yaptı.

İstanbul Modern Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczacıbaşı, İstanbul Modern’in 2008 yılında yine Tasarım Müzesi işbirliğiyle gerçekleştirdiği “Tasarım Kentleri” sergisinden sonra Hüseyin Çağlayan’ın çalışmalarından önemli bir seçki niteliği taşıyan bu sergiye ev sahipliği yapmaktan büyük mutluluk duyduğunu belirtti ve bu yaklaşımın, müzenin tasarım dünyası ile kurduğu düzenli ilişkiye işaret ettiğini de vurguladı.

İstanbul Modern’in bu sergiyle, tasarım alanında bir düşünce platformu ve diyalog ortamı oluşturduğuna değinen Oya Eczacıbaşı,“Sergi, sanatseverlere Hüseyin Çağlayan’ın yaratıcılığını, esin kaynaklarını keşfetme fırsatı verirken, çocuklara, gençlere ve ailelere de ünlü tasarımcının ele aldığı temalardan yola çıkarak, kullandığı malzeme ve tekniklerle öncü yaklaşımını deneme olanağı tanıyor” dedi.

Eczacıbaşı, İstanbul Modern’in sergiye paralel olarak özel olarak tasarladığı çeşitli atölyelerde, çocukların, gençlerin ve ailelerin Çağlayan’ın çalışmalarından ve irdelediği temalardan esinlenerek tasarım ürünleri yaratacaklarını söyledi.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Genel Sekreteri Yılmaz Kurt, “Sadece Avrupa’nın değil, tüm dünyanın gözünü İstanbul’a çeken ‘İstanbul Fashion Week 2010 etkinlikleri, Ajans olarak yola çıktığımız günden bu yana İstanbul’umuzun tanıtımı için hayata geçirdiğimiz etkinlikler arasında çok önemli bir rol oynuyor.

Bu önemli etkinliğin aynı zamanda günümüzde moda alanında çalışan en ilerici isimlerden biri olarak tanınan, İngiltere’de iki kez “Yılın Tasarımcısı” seçilen Hüseyin Çağlayan’ın en kapsamlı sergisini de programında yer alması, tüm dünyanın gözünün bir kez daha kentimize çevrilmesi için büyük bir fırsat yaratıyor.

Öte yandan, bu sergisiyle, moda ve sanatın birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğunun altını çizen Hüseyin Çağlayan ile İstanbul adına farklı projelere de birlikte imza atıyoruz.

Bu anlamda, kendisiyle İstanbul markasının uluslararası platformda imajının güçlendirilmesi konusunda işbirliklerimiz devam edecek” dedi.

İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (İHKİB) Yönetim Kurulu Başkanı Hikmet Tanrıverdi, bu yıl üçüncüsü düzenlenen İstanbul Fashion Week ile İstanbul’u dünya moda haftaları içinde ilk beşin içine sokmayı hedeflediklerini vurguladı.

İtalya’nın Milano, Fransa’nın Paris, İngiltere’nin Londra, ABD’nin New York Moda Haftaları ile dünya gündemine oturduğuna dikkat çeken Tanrıverdi sözlerini şöyle sürdürdü:

“Türkiye, diğer hiçbir ülkede olmayan bir birikimi elinde bulunduruyor. Dünya çapında tasarımcılarımızla gurur duyuyoruz.

Hüseyin Çağlayan da gurur duyduğumuz tasarımcılardan bir tanesi. İstanbul Modern’de bugün başlayan ve 24 Ekim’e kadar devam edecek olan “Hüseyin Çağlayan: 1994-2010”, isimli sergi, moda ve sanatın ayrılmaz bir bütün olduğunu gözler önüne seriyor.

İstanbul Fashion Week gerek Hüseyin Çağlayan ve Dice Kayek sergisiyle gerekse tasarımcı ve markalarımızın etkinlikleriyle Türkiye’nin yıldızını parlatacak.”

Serginin destekçileri ise başta İstanbul Büyükşehir Belediyesi olmak üzere Proje Sponsoru Marshall, İletişim ve Tasarım Sponsoru dDF, Aydınlatma Sponsoru Tepta Aydınlatma, Konaklama Sponsoru Point Otel, Acarlar Makine, Kavaklıdere ve Solmaz Şirketler Grubu.

Antropoloji, tarih, bilim, felsefe, biyoloji ve teknolojiden esinleniyor

Serginin küratörü Donna Loveday, Hüseyin Çağlayan’ın günümüzde moda alanında çalışan vizyon sahibi tasarımcıların başında geldiğini belirterek, “Malzemeleri yenilikçi yollarla kullanışı ve yeni teknolojiye yönelik ilerici tavrıyla tanınıyor.

Çalışmalarının ardında yatan fikirler ilk bakışta modayla ilişkilendirilemeyen antropoloji, tarih, bilim, felsefe ve teknoloji gibi disiplinler arasında geçişler yapıyor.

Çağlayan’ın çalışmalarına güncel politikalar ve kendisini kişisel olarak rahatsız eden kavramlar yön veriyor, büyük beğeni toplayan defileleri birer performans işlevi görüyor” görüşünü dile getiriyor.

“Giyimi felsefeye dönüştürmüş bir tasarımcı”

Hüseyin Çağlayan’ın “giyimi felsefeye dönüştürmüş bir tasarımcı” olduğunu belirten Tokyo Çağdaş Sanat Müzesi Şef Küratörü Yuko Hasegawa ise katalog yazısında, sanatçıyı “Hem sanata hem de tasarıma ivme veren ve sınırları yeniden çizen bir katalizör” olarak nitelendiriyor. Hüseyin Çağlayan’ın insanoğlunun geleceğini keşfetmek için beden ve üzerindeki giysileri kullandığını vurgulayarak, “Medeniyetin büyük tarihine dair derin bir algının üzerine inşa ettiği bakış açıları bize insan doğası hakkında taze bir görüş sunuyor. Ortaya çıkan işlerinin ‘yeniliği’ bir yandan kendi özgün tarzını üretirken öte yandan moda dünyasının çılgın hızı ve döngülerine ayak uyduruyor” diyor.

Hikayesini çeşitli temalarla anlatıyor

Bir “hikâye anlatıcısı” olarak Çağlayan, hikâyesini çeşitli temalar etrafında giysiler ve defilelerle anlatıyor. Defilelerini izleyiciler için bir kültürel deneyim olarak tasarlıyor. Toplumsal ve kültürel kalıpları kırmaya çalışan çalışmaları güncel politikalar ve kendisini kişisel olarak rahatsız eden kavramlardan beslenirken, defileleri birer performans işlevi görüyor. Moda koleksiyonlarının yanı sıra enstalasyonlar yapıyor, kısa filmler yönetiyor ve sahne performansları için kostümler tasarlıyor.

Zorunlu göç, kökenlere dönüş ve kimlik

Çalışmalarında irdelediği temaların büyük bölümü, kişisel tarihi ve kültürel kimliğiyle Londra’da yaşamak ve çalışmakla ilgili deneyimlerinden oluşuyor. İlk gençlik yıllarının Kıbrıs ve Birleşik Krallık gibi iki farklı kültür arasında geçmesi nedeniyle kültürel kimlik, ulus-devletler, yer değiştirme, yerinden olma ve bedensizleşme kavramlarıyla ilgileniyor.

Hüseyin Çağlayan Sözlerden Sonra’da “Yaşamlarımızın sürekli hareket halinde olmasının belleği ve eve ait objelere olan bağlılığımızı nasıl etkilediğini” sorguluyor. Bu çalışmasında savaş zamanı evini aniden terk etmek zorunda kalanlardan, 1974’te Kıbrıs’ta yaşananlardan esinlenerek, insanların böyle bir acıyla karşı karşıya geldiklerinde sahip oldukları şeyleri saklamak veya yanlarında götürmek istemeleri düşüncesinden yola çıkıyor. Böylece, koltukların çantalara, masanın eteğe dönüştüğü, “giyilebilir, taşınabilir mimari” kavramını yaratıyor.

Zamansal Meditasyonlar’da ise genetik antropolojiyi, mekânda ve zamanda gerçekleşen etnik göçleri belirlemede anahtar olarak kullanıyor. Böylece Kıbrıs’ı ortaya çıkaran tarihsel göç yollarını izleyerek geçmiş ile şimdiki zamanın bir araya gelebileceğini gösteriyor.

2005 yılında 51. Venedik Bienali’nde Türkiye’yi temsil eden ve oyuncu Tilda Swinton’ın rol aldığı Olmayıp Varolan başlıklı yapıt, katı göçmenlik yasalarına yanıt niteliği taşıyor. Çağlayan, coğrafi çevre ve DNA yapısı arasındaki ilişkiyi irdeleyen bu kısa filminde, kurumların bireyleri genetik özelliklerine göre eleyebileceği bir sistem tasarlıyor ve bunun sonucunda yabancı bireylere karşı gelişen şüpheden esinlenerek terörizm meselesinin etrafında oluşan nevroz ve paranoyaya dikkat çekiyor. Genometrik adlı çalışmasında da dijital haritalama tekniğini kullanarak, giysileri bireyin DNA dizilerine uygun biçimde programlıyor.

Kaderin Tecellisi’nde ‘tiksinti’yi bertaraf ederek, Batı’nın yayılmacılığının fiziksel ve psikolojik sonuçlarını yansıtıyor. Yüz On Bir’de modanın geçen yüzyıldaki evrimini belgeliyor. Uçak Elbise’de beden ve teknolojik üretimin birbirine göründüğünden daha çok benzediğini gösterirken, 1998’de Irak’a gerçekleştirilen ‘Çöl Tilkisi’ adlı hava operasyonuna da gönderme yapıyor.

Bedenle ve giysilerle bir mikro-coğrafya yaratmak

Düşüncelerini beden üzerinden ifade eden, tüm eylemlerimizin merkezinin beden olduğunu belirten ve bunu, ‘bedenin dışsallaştırılması’ olarak tanımlayan tasarımcı, bedenin fiziksel olduğu kadar siyasi bir izdüşüm olduğunu göstermeye çalışıyor. Çağlayan, mimarinin, binaları yaratma ve araçları üretme biçimimizin aslında bedene benzediği görüşüyle bedenden çoğalanları tekrar bedene yerleştiriyor, böylece bedenle bir mikro-coğrafya yaratıyor.

“Hızı düşünmek, beni bedenin kendi hızını ve hareketini ergonomik biçimde büyütme fikrini doğuran otomobil içlerine odaklanmaya yönetti” diyen Hüseyin Çağlayan, Hareketsizlik başlıklı koleksiyonunda, bir çarpışma anını kendinde hapseden giysilerle, yaşadığımız hayatlarda hız ve teknolojinin etkilerini irdeliyor. Toprağa Bağlı ise sürekli değişen, hızlı bir çevrede insanın kendine sabit bir merkez arayışını konu alıyor. Doğanın beden üzerindeki egemenliğini inceleyen, insanoğlu, teknoloji ve doğal güçler arasındaki ilişkiyi keşfeden Önce Eksi Şimdi’yi bir anlamda tamamlayan bir çalışma olan Şefkat Yorgunluğu da tam tersi bir ilişkiyle, insanların çevrelerini kontrol altına alma arzusuyla ilgileniyor.

Jeotropik’te sınırlar ve nehirler gibi topografik şekillerin savaşları ve kültürleri biçimlendirmedeki rolünü mercek altına alıyor. 2 bin yıldır Çin’den Batı’ya uzanan İpek Yolu üzerinde bir bilgisayar animasyonuyla bedenin bir mikrocoğrafyasını yaratarak, gezginliğin getirdiği kalıcılıktan yoksunluğa dikkat çekiyor. Hareket halindeyken çevrenizi de beraberinizde götürmekle ilgili Yerden Geçide başlıklı video enstalasyonda androjen figürün Londra’dan İstanbul’a yolculuğu onu koza benzeri araca bağlayan yersizliğe işaret ediyor.

Sergide ayrıca 2008 yılında Londra Tasarım Müzesi tarafından verilen “Brit Insurance Designs of the Year” ödülünü alan, en yeni LED teknolojisini moda tasarımına taşıyan, göz kamaştırıcı kristaller ve 15 binden fazla parıldayan LED ışığından oluşan görkemli Video Elbise de sergileniyor. Sergi, bu giysinin bir parçası olduğu ve iklimleri metafor olarak kullanarak yaşamın hayat ve ölüm arasındaki sürekli devinimini gösteren Havadan başlıklı çalışmayı da içeriyor. İki yüzden fazla hareketli lazerle bezeli Okumalar başlıklı çalışma ise güneşe tapma kültünün modern versiyonu simgeleyen şöhret kültürü saplantısından yola çıkıyor.

Kaynak: Haber7