Türkiye’nin ve Ege’nin gelişme ve büyüme sürecinde tekstil sektörünün önemi ve değerini sanırım kimse tartışmaz. Çünkü, tekstil sektörü gerek emeğe dayalı yapılanması ile yarattığı istihdam, gerekse de yüksek katma değeri ile ülkemiz ve bölgemiz gelişiminde lokomotif görevini üstlenen bir sektör olmuştur. Ancak, ucuz iş gücü nedeniyle global yapılanmanın Uzak Doğu ülkelerine odaklanmaya başlaması ile iş gücü üzerinde ağır yükler taşıyan Türkiye gibi ülkeler tekstil sektöründe geri kalmaya başladılar. Bazı ülkeler bu değişim içinde kendi tekstil sektörlerini korumak için önlemler aldı. Ama ülkemizde bırakın bu tür önlemler almayı, verilen bazı destekler geri çekildi, sektör korumasız bırakıldı ve neredeyse tekstil sektörü global değişime kurban edildi. Bu durum Ege’de de fazlasıyla hissedildi. Tekstil sektöründeki pek çok oyuncu ya sahneden çekildi ya da rolleri küçülerek var olmaya devam etmeye çalıştılar. Tabi, ekonomi de hiçbir şey çözümsüz olmadığı gibi, bu alanda da mücadele edebilmek için bazı enstrümanlar mevcuttu.
Bunlardan en önemlisi de tekstil sektörümüzün kendi yarattığı tasarımları ile kendi markalarını yaratabilmesiydi. Gerçi bugüne kadar gerek bölgemiz, gerekse de ülkemiz uluslararası marka yaratma konusunda çok da başarılı görünmese de, var olmaya devam edebilmenin yolu bu olduğuna göre ya markalaşacağız veya markalaşacağız. Yoksa ruhumuzla, birikimlerimizle, emeğimizle kurulan tekstil fabrikalarını kurban etmemizi kimse beklememeli.
Elbette, markalaşma “hadi marka olalım” demekle olmuyor. Her şeyden önce farklı olabilmeyi, bu farklılığı global pazarlara kabul ettirebilmeyi becermemiz lazım. Bu hususta yükü Tekstil sektöründeki KOBİ’lere bırakmak ta ne yazık ki pek doğru bir karar değil. Neden derseniz, makro ve mikro ekonomik parametreler nedeniyle dört bir yandan kıstırılmış olan sektördeki firmaların, tasarım ve bu tasarımlar ile markalaşma çalışmalarını yürütmeleri mümkün değil. İşte bu tür çalışma alanlarındaki eksikleri ancak ve ancak yarı kamu kurumu niteliğindeki, bütçeleri, ekipleri olan kuruluşlar veya ilgili sektörün oluşturduğu sivil toplum kuruluşları kapatabilir.
Pek çok sektörde bu görevi bugüne kadar layıkıyla yapan Ege İhracatçılar Birliği tekstil sektörünün bu ihtiyacı içinde, Ege Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçılar Birliği eli ile “Moda Tasarım Yarışması”nın üçüncüsünü düzenlemekte. Bu yarışma ile genç ve yeni tasarımcıları podyuma çıkartarak, uluslararası marka yaratmada etkin olabilecek ürünleri oluşturabilmek hedeflenmekte. Geçen yıl 150 tasarımcının katıldığı bu yarışmaya bu yıl en az iki katı kadar katılımcı bekleniyor. Bu yarışmaya gayet güzel para ödülleri de konmuş. Bu hususta artık top, kendini modaya adayan, tekstil sektörüne yaratıcılığı ile bir şeyler katmak isteyen tasarımcılarımıza kalmakta. Bu yarışma bizlere şunu bir kez daha hatırlatmaktadır. Dünyada rekabet inanılmaz boyutlara gelmiş, teknolojik gelişmeler sayesinde her nokta ulaşılabilir olmuştur.
Rekabet kendi sokağımızdan, şehrimizden dünyaya yayılmıştır. Hiç bir sektörde de güvenlik, sürekli var olma ve sürekli kazanma garantisi yoktur. Bugün çok iyiyim diyen her sektörün yarının da sıkıntısı olacaktır. Bu nedenle Ar-Ge çalışmalarının devamı, yenilik ve farklılık yaratmak bugün en az üretmek kadar önemlidir. Firmalarımız bu konulara odaklanmalı, sektörlerdeki ilgili tüm kuruluşlarda firmalarımıza bu hususlarda destek verebilmelidir. Sonu gelmeyecek veya içi boş projelere harcanan akıl ve paralar bu yönlere akıtılmalıdır. İnsan beyni, fikir ve eğitim derseniz de yıllardır söz edilen ama hala katma değeri olan projelerini görmekte zorlandığımız (ben göremiyorsam, kimse kusura bakmasın) üniversite-sanayi işbirliği için bıçağın kemiğe dayandığı daha uygun bir zaman olur mu acaba?